BEŞERİ COĞRAFYADA DİN*

Prof. Dr. Mehmet Görmez 2023-07-28

BEŞERİ COĞRAFYADA DİN*

r tartışmada Bosna’yı, Kudüs’ü, hatta yeni zamanların Arap Baharı’nı hatırlamak gerekecektir. Aynı şekilde İngiltere’yle İrlanda arasındaki tarihsel husumetin arka planına sinmiş dinsel-mezhepsel görüş ayrılıklarını, yer yer etnik kimliklerle özdeşleşmiş karşıt dinî söylemleri unutmamak gerekir. İspanya iç savaşında ya da Kore’nin bölünmesinde perde arkasındaki devasa güçlerin çatışmasında esaslı enstrümanın din olduğu gerçeği unutulabilir mi?

Tüm dünyayı derinden sarsan gerilimlerin arkasında birer motivasyon aracı olarak seferber edilmekten geri bırakılmayan dinler, Haçlı Seferlerinden beri hâlâ aynı işlevlerini koruyarak varlıklarını sürdürüyor. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte tüm dünyada dikkat çekici bir ayrışmanın konusu haline getirilen İslam da aynı çerçevede gündemde tutulmaktadır. İlginç bir şekilde Avrupa Birliği konsepti için iddia edilen özel bir birlik tasavvurunu haklı çıkaracak kimi çıktılara da artık rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Avrupa Birliği’ni bir “Hıristiyan Kulübü” olarak tasvir edenleri zamanla haklı çıkaracak kimi tatsız örnekler öyle sanıyorum ki siz sayın diplomatlarımızın da hiçbir zaman dikkatinden kaçmamaktadır.

Tabi ki burada söz konusu edilen Avrupa Birliği’nin ne olduğu, hangi siyasal ya da kültürel referanslara gönderme yaptığı değildir. Burada vurgulamak istediğim, büyük bir tecrübe olarak bu birliğin de sonuçta kendi dinsel müktesebatının ağırlığını hiçbir şekilde göz ardı edememiş olmasıdır. Nitekim AB Anayasasının hazırlanması sürecinde bile bu husus en çok konuşulan konulardan birisi olmuş ve hiç olmazsa Anayasa’nın dibacesinde az önce ifade ettiğim hususların yer alması noktasında hatırı sayılır bir çoğunluğun ısrarcı olduğu dikkatlerden kaçmamıştır.

Esasen 11 Eylül sonrasında münferit bir terör olayından bütün bir İslam dünyasını sorumlu tutacak kadar oldukça geniş bir cephede açıkça yaylım ateşine tutulan Müslüman varlığını da bu çerçevede okumak gerekecektir. Irak ve Afganistan müdahaleleriyle şekillenen yeni dünya tasavvurunda Batı’nın ve Doğu’nun hiç de mütecanis olmayan halkları acaba dinlerini, dinî inanç ve sembollerini hangi çerçevede ele alıyorlar?

 

Değerli konuklar,

Bütün bunları, tek tek niyetleri ne olursa olsun dinin birbirinden farklı coğrafyalarda ne tür siyasetlerin içinde konuşlandığını belirtmek için sıraladım. Daha derin olanı ise dinin hayatın gerçekliğindeki sahici rolüdür. Hakikatte din ne bireysel ne de toplumsal görüntülere hasredilebilir. Onun sosyolojik gerçekliği topluma yansırken deruni boyutları da bireyin iç dünyasını tanzim etmektedir.

Bu hakikatin farkında olmak, ulusal ve uluslararası düzeylerde ortaya çıkan gerilim ve çatışmaları tabiatına karşı geliştirilecek siyasetlerde bütün bu süreçlerin temel bileşenleri arasında yer alan din olgusunu dikkate almayı gerektirir.

Bugün ülkemizin yakın çevresinde oluşan siyasal refleks, sınır ve barikatların arkasında da din olayını gözlemlemek mümkündür. Şia bir mezhep olarak yayılma alanını her geçen gün genişletmekte, İslam’ın tarihsel bölünmesi bir kez daha aktüelleştirilmek istenmektedir. Körfezde Şia, İslam’ın geleneksel Doğu-Batı gerilimindeki rolünde hamilik üstlenmektedir.

Buna karşılık modern zamanların ürünü olarak açıkça öne çıkan dinî metinleri hayatın gerçeklerinden kopararak kanun metni hâline getiren Selefiliğin yer yer ekstrem çıkışları da Şia karşısında İslam’ın Sünni temsiline aday görünmektedir. Şianın Batı karşısında İslam’ın temsiline soyunması, Selefi Vahhabiliğin de farklı versiyonları üzerinden Şia karşıtı Sünni hegamonik bir güce dönüşme arzusu bugün asla ihmal edilmemesi gereken politik bir alan üretmektedir.

Öte yandan Türkiye’nin dünya ölçeğinde artan rol ve itibarı bölgedeki dinî söylemlerin rekabet çıtasını yükseltmeye yetmiştir. Türkiye, Cumhuriyet öncesinden başlamak üzere kendi geleneğinden ürettiği çağın yorumunu şu anda daha güçlü bir şekilde savunabilir hale gelmiştir. Biz bu gücün, yorumun kendi gücünden beslendiğine, İslam dininin önerdiği tasarının makuliyetinden, ahlakiliğinden ve tüm insanları kucaklayıcılığından beslendiğine inanıyoruz. Bu yüzden önyargıları bir yana bırakıp bu öneriye ve bu güçteki diğer tüm önerilere kulak vermemizi temenni ediyorum.

İzin verirseniz bu vesileyle Diyanet İşleri Başkanlığımıza yönelik olarak dünya ölçeğinde artan teveccühe vurgu yapmak isterim. Başkanlığımızın sahip olduğu denge, derinlik ve yüksek düzeylilik hiç kuşkusuz tüm dünyada hatırı sayılır bir ilgiye mazhar olmasına yol açmıştır. Türkiye’nin din alanına açtığı özgürlükçü ve rasyonel imkanlar, huzur ve saadetin toplumsallaşmasında son derece güçlü katkılara yol açmıştır. Kimi muğlak politikalar eşliğinde din alanının sınırlarını daraltmaya yönelik adımlar olsa da -şükürler olsun- artık günümüzde din bir huzur ve ferahlık arayışının kaynağı olarak teyit edilmiştir. Kendine özgü laikliği ve formel yasalarla kayıt altına alınmış inanç ve düşünce hürriyetiyle Türkiye, hem kendi bölgesinde hem de dünya ölçeğinde saygın bir yapılanmaya öncülük etmektedir.

Bugün dünyanın her yerinde kendi varlığını türlü zorluklar içinde idame ettirmeye çalışan ve kimlik kaybına yönelik baskılara karşı kararlılıkla direnen bir olguyu da unutmamak gerekir. Özellikle Avrupa’da Türkler bulundukları ülkelerin inkârcı ve yer yer asimilasyonist sayılabilecek politikaları karşısında kültürel ve dinî köklerini koruma konusunda Başkanlığımızın hizmetlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Aynı şekilde Osmanlı bakiyesi kardeşlerimiz de Balkanlardan Türk Cumhuriyetlerine kadar yayılan geniş bir spektrumda kendi aidiyet ve referanslarının tahkim edilmesi için çaba göstermektedirler. Şii ve Selefi ataklar bu coğrafyalar üzerinde Türkiye’nin etkisini kırma çabasındadır. Bütün bunlara dünya ölçeğinde sistematik bir dile kavuşturulan geleneksel oryantalizm ve modern İslamofobi tezahürlerini de eklediğimizde durumun vahameti bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı sadece ülke içinde değil, ülke dışında da kültürel ve dinsel müktesebatın koruyucu kalkanı olmaktadır. Başkanlığımız, bütün bunları gerçekleştirirken ülkemizin yarım yüzyıllık ilahiyat birikimini de yanına olarak ve hiç kuşkusuz herhangi bir siyasi iradenin etkisiyle değil, mezhepler ve siyasetler üstü bir tecrübe zenginliğiyle adımlarını atmakta, tarafgirlik yerine saygınlığını koruyan bir hakemliği tercih etmektedir.

Elbette burada paylaştığım bilgilerin pek çoğu siz değerli konuklarımızın hiç de yabancısı olmadığı konulardır. Burada ben zat-ı alilerinize din gerçeğinin hem âlemşümul tabiatını anlatmak hem de onun bu özelliğini açıkça ihmal eden yaklaşımları sorgulamak istedim.

Bu duygular içinde hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 

 

*Büyükelçiler Konferansı, 23 Aralık 2011 / Ankara

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0